2 Aralık 2016 Cuma

Aşk

Hiç aşık olamayacağını düşünüyorum. Daha önce hissettim mi bilmiyor, bundan sonra hissedemeyeceğimden bir yandan korkuyorrum. İnsanlar her seferinde pozitif yaklaşıyor bu konuya. Onlar mı çok kolay seviyor, ben mi çok zor seviyorum bilmiyorum. Gördüğüm her kadın olabilirmiş ama hiçbiri olmayacakmış gibi hissediyorum. Aşka inanıyorum ve aşkı o kadar çok seviyorum ki. Sevgiyi seviyorum. Ama aşık olamayacakmışım gibi, sanki ne hissedersem hissedeyim hep bir eksiklik aşka ulaşmak için. Bence aşk ütopyadır ve ütopyalar ulaşılmazdır. Hayattaki en büyük dileklerimden biri aşık olmak. Hayatı paylaşmak. Sevmek, değer vermek, saygı duymak, yanında ne olursa olsun iyi hissetmek. Karıncayı sevmek mesela, penguenlerin paytak yürüyüşünü, zürafaların uzun boyunlarını, bok böceğinin çabasını... Böyle hissetmek işte aşık olmak benim hayal dünyamda. Ve bu aşk tanımı bana o kadar uzak ki! Daha düne kadar, şimdi aile dediğim insanların yanında sadece bulunuyor, kendimi saklıyordum. Ve bu insanlar bana sevgiyi hatırlattı. Sıfırdan bire getirdiler beni. Katettirdikleri yol, kattıkları düşünceler, gösterdikleri enerji... teşekkür etmiştim sana, beni tam anlamamıştın sanki. Anlatamamıştım! Şiir yazmak zor zanaat. Hasbelkader ben de bok gibiyimdir o konuda. Bana ne kattığının farkında ol istedim. Bana o kadar uzaktı ki, ben aşık olacağım insana daha yakındım. Hala gitmem gereken bir bu kadar yol olduğunun farkındayım ama bu aile beni taşıyacak. Her an daha ileri.

Sükût

Sağdan vuruyor güneş herhalde?
Soluna uzunca bir gölge düşmüş.
Tam zamanı bilmiyorum ama tan vakti olsa gerek.
Mahmur bakıyor çünkü, uyku sersemi
ama sanırsın güneşten almış gözlerini
Başka insanlar da var herhalde?
Yürürken biraz zorlanıyor gibi
Omzunu çekiyor, söyleniyor, sinirleniyor zaman zaman.
Nasıl da kibarca bir yandan
Nasıl kokuyor acaba?
Kar gibi mi ferah ferah,
Lav gibi mi yoksa alev alev içini yakacak?

Kaç kişi var daha bana ulaşmasına?
Bir alabilsem gözlerimi...
Bir saniye kaçırsam!
Göküzünü görsem, o uçsuz bucaksız maviliği
Bulutları, bize suları geri veren
Sokaktaki ağaçları, hayatı bahşeden
Aramızdaki kalabalığı
veya güneşi, gözlerini aldığı...
Ama ne büyük zaman kaybı hepsi,
Onun sükûtunun yanında.

Hücre

Bütün avareliğimin kaynağı bu muymuş yani? 4 duvar? Bir hücre? Hayatımda kaçmak istediğim tek şeyin beni bu kadar mutlu kılmasını nasıl açıklayabilirim? Başka yerde uyumak, yemek yemek ya da bulunmak istemiyorum.
Seneler sonra, kendimi bildim bileli ilk kez, bir odaya sahibim. Birileri kapıyı çalıyor ve eğer izin vermezsen girmiyor. Buna darılmıyorlar da. Ya da geliyor içeri, bu küçücük odada kendine bir yer buluyor ve oturuyor/yatıyor/ ayakta duruyor. Ama misafir olduğunu biliyor. Şu an mesela, kimse yazdığımı bilmiyor ve bilemez de. Özel hayat da böyle bir şeymiş herhalde. İnsanı kendine çekiyor resmen, ihtiyacın olduğunu düşünüyorsun.
Dün yine sandviçim önümdeydi ama bu sefer kendime ait bir delikteydim. Daha doğrusu insanların benim olduğunu düşündüğü bir delik. Elimde sandviç, önümde The Matrix, yanımda bir tane uykucu-aşık.
Diğer bir tarafta da evde 4 kişi olduğumzdan kapı çalındığında ben de acaba kim bu diye düşünüyorum, bunun da keyfi başka.
Velhasılkelam bu küçük hücrenin artıları büyükmüş, umarım gezme işlerini aksatacak kadar değildir.

8 Kasım 2016 Salı

Teşekkür

Söylemese miydim?
Üzüldün mü, sevindin mi 
                                         bilemedim...
Sadece bil istedim.

Ve yüzüm yine de ekşimedi.
                 gerçekten!
                               farketmemiştin bile...

Yanlış anlama sakın
                  suçlamıyorum seni.
Ben buna o kadar alıştım ki...
          Bu işin içini bilirim içini!
                  Ben bile anlamıyorum!
Öyle yani...

Belki kırılmamışımdır?
Sonuçta ben,
       uzun süre önce gömdüğümü iddia etmiştim
               bu duyguyu.
Ulaşılamaz yerlere saklamış,
            üstüne kat kat mutluluk atmıştım,
                                   Biraz gerçek, biraz sahte...

Ama bunun tuzu biraz fazla olmuş sanki?
Böyle.
       aniden geldi. 
                  göz açıp kapayıncaya kadar da yok oldu,
gömdüğümü sandığım şeyler.

olur da günün birinde okursan,
bu denli derine inebilenin sen olduğunu
                            bil istedim.
öncelikle tebrik
            ama aslen teşekkür ederim,
Bana sevgiyi hatırlattığın için.

7 Kasım 2016 Pazartesi

Benim Gibi

Yetmiş yaşındaki Havva Teyze!
          Sen de benim gibisin,
                           sıkılmamışsın sevmekten.
Altmış iki yaşındaki Mustafa Amca!
           Sen de benim gibisin,
                            sıkılmamışsın beklemekten.
Bilmem?
             Belki de yaşlandıkça insan
                                daha kolay bağlanıyor bir şeylere.
Öyle mi Havva Teyze?
Doğru mu Mustafa Amca?

6 Kasım 2016 Pazar

Neden?

İçimde öldürdüğüm duygular artık canımı acıtmaya başladı. Her gün onlara ağıt yakmak zorunda kalmak istemiyorum artık. İçimdeki toplu mezar genişleyebileceği kadar genişledi ama hala o kadar üşengecim ki...
Anlıyorsunuz değil mi Cesur Yeni Dünya* sakinleri? İçinizde öldürdüğünüz duyguların nasıl hisettirdiğini... Biliyorum ki anlıyorsunuz çünkü bu Cesur Yeni Dünya'da yaşayabilmemizin tek yolu onları toprağın altına gömüp, sanki hiç yaşamamışlar gibi davranmak. Arkalarında tayf dahi kalmayacak şekilde gömülen bu duyguların bir gün sizi yakalayacağından korkmuyor musunuz? Bu kadar mı cesursunuz gerçekten? Onlar, fiziksel olarak, ölen şeyler değil! Böyle toprağa gömüp hiç düşünmediğiniz o kurgular, hayaller, duygular, düşünceler, hisler, alışmışlıklar, farkındalıklar, anılar, dakikalar hatta saniyeler, günün birinde size hesap sorarsa ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Ben öyle yaşamak istemiyorum! Ben bu sistemde yaşamak istemiyorum çünkü korkuyorum duygularımdan. Bir gün bu kadar bastırdığımız şeylerin beni ele geçirmesinden korkuyorum. Beni benden almasından, beni depresyona sürüklemesinden, beni geriye çekmesinden...
Artık mezarlarımı küçültmeye çalışacağım; yazacağım. En azından deneyeceğim. Kurgularımı, duygularımı, müziklerimi sizlerle paylaşacağım Cesur Yeni Dünya'mızın sakinleri. Belki birkaçınızın ilgisini çekerim, okumaktan keyif alırsınız. Böylece bu kısıtlayıcı sistemden biraz uzaklaşıp gerçekten kendi benliğimizi düşünebiliriz biraz...

*Brave New World- Aldous Huxley, 1932.